bir bolluk duasıyla çıkmışken yola
ıslak mabetlere yatırıldı dilim
mahremiyetin tadına ekilen mahkumiyeti
jilet kesikliğine öykünen yaralarıma
tuz basmaya niyetli hikayeleri doladım.
aynalara bıraktığım yüzümden önce eskidim
ben başkasında göremeyeceğin ihanetin belleği
sen sadakati yağmura teslim fotoğraf sararmışlığı.
erken inen geceye yoruldu dinmeyen başkaldırı
ölsen dedim ateş böceğine dikilmişken gözlerim
titrek ve mağrur hüzün
peşpeşe yitirmişlik duygusuyla tutsak
oysa gündüzden kalamadım hayata hiç
aklımda baykuş tünemeleri
tinerci solukları kalbimin
yitmek için ömrümü beklemedim.
gitmek için diz çöküp ağlamadım
heveslendiğim düşlere çocuk kalmanın
çokca usanılmış kanamaları
az düşünülmüş yarınları vardı.
eskidendi cesetlerin gazeteler altında uyutulması
şimdi ölmeler bile daha çağdaş
bileklerde ceset künyesi
ben öldüğümde tanınmak istemiyorum.
-yakışıklı olurmuş ölü yıkayıcıları-

serbest makamda avuttum bütün masalları
geçmemiş kinleri küllemeden harladım
topraktan yaratılmış guslümü tamamlamadan
kuma batsaydım
dikene gül
saçlarına kül vuracaktım
aşk mağduru kadınların.
firavunlar öptü dudağını ene'nin
binlerce ente'ye gebe kaldı tanrının halifeleri
tırnak diplerimde yanmış etimin haramiliği
avuçlarımda erken doğan çocuğumun kan kokusu
ben seni böyle mi doğurdum anne?
aynaya tutamadığım yüzümden utandım
görmemek için çarşaflara sardım tenimi
kazı istersen etimi
bu günah çıkar mı ki?

topuklarıma battı iğneler
ten dikmece oynarken geçmişimle.
döne döne yüz üstü vurdum toprağa
bıçak yardı göğsümü
anka'nın yalanına inanmaya başlarken
kendi sokağımızın çocukları
üşürken kaldırım kenarında
yola yattım
asfalt sıcaklığının mazot kokusunu özlediğimden
serzeniş elbette dua
yakarıştan ziyade
duymalı tanrı dedim
-aşk küfür değildi-

eğildim toprak yollar üstüne
asfalt sıcaklığını bekleyerek
özleyerek tozun saçlarımda bıraktığı izi
huşuya varan inlemelerde
toprağın altındaki ölüyü çevirdim yüz üstü
secde etsin Rabbine diye
aşkı bilmese bile
meyyit düşü ile.