PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Evin Edebi


RenkLi
09.Haziran.2019, 00:22
<div id="post_message_4829510"><blockquote class="postcontent restore ">Yaşlı kadın usulca odasından çıktı. Salondan torunu ile gelinin sesleri geliyordu:<br /><br />&quot;-Oğlum sofra hazır çorbanı koydum; haydi gel de soğutmadan ye!..&quot;<br /><br />Salonun en kuytu yerine geçti yerde kendine ait köyden getirdiği minderin üzerine oturdu. Çocuk babaannesini görünce: <br /><br />&quot;-Babaanneciğim gel birlikte yiyelim!..&quot; dedi. <br />Yaşlı kadın mânidâr bir şekilde iç çektikten sonra:<br /><br />&quot;-Evin erkeği gelmeden akşam sofrasına oturulmaz. Hele babanız gelsin beraberce yeriz inşaâllah!&quot; dedi. <br /><br />Evin gelini: <br /><br />&quot;-Aman anneciğim eskidenmiş onlar!.. Şimdi acıkan aş sofrasına oturur o da gelince yer.&quot; dedi. Yaşlı kadın: <br /><br />&quot;-Kızım nasıl insanların bir edebi hayâsı iffeti varsa evlerin de iffeti ve edebi vardır.&quot;<br /><br />Torunu dayanamayarak alaycı bir tavırla söze karıştı: <br />&quot;-Yaa babaanne neymiş bu evlerin iffeti... Anlat bakalım merak ettim!..&quot; dedi.<br /><br />Yaşlı kadın söze başladı:<br />&quot;-Biz küçükken annelerimizden önce babalarımızın karşısında edepli oturmayı öğrenirdik. Evde babamız annemiz varken ayağımız uzatıp oturmaz büyüklerimiz konuşurken söz hakkı verilmedikçe söze dâhil olmazdık. Büyüklerimiz odaya girdiğinde derhal toparlanır kalkıp onlara oturmaları için yer verirdik. Aslâ babamız sofraya oturmadan sofraya el uzatmazdık.<br /><br />Babamız gelir «Besmele» çeker «Haydi buyurun.» derdi. Huzurla hepimiz başlardık yemeğe... Sonunda da sofra duâsını kardeşlerimiz aramızda sıra ile okurduk. Hiç âilece yenen aş kadar lezzetli aş olur mu? Bu sofranın edebidir yavrum!..&quot;<br /><br />Torunu: <br />&quot;-Bu kadar baskı karşısında depresyona girmez miydiniz babaanneciğim!&quot; dedi.<br /><br />&quot;-Hayır yavrum bizim zamanımızda saygı olduğu için sevgi hep bâkî kalırdı. Sevgi var oldukça da hiç depresyona giren olmazdı. Yemekler lezzetli uykular dinlendiriciydi. Biliyor musun? Ben depresyon kelimesini ilk kere burada duydum hattâ köyümüzde bir adet akıldan mahrum birisi vardı «Deli İbram» derlerdi. Vallahi o bile o kadar mutluydu ki anlatamam. Akşama kadar sokakta çocuklarla oynaracıkınca bir kapıyı tıklatır; «Aba acıktım aba su ver!» derdi. Hangi kapıyı çalsa boş çevrilmezdi. Berber saçları uzadıkça tıraş ederhamamcı arada yıkardı. Cumaları esnaf elinden tutar namaza bile götürürlerdi. Yani hiç kimse onu dışlamazdı.. <br />Şimdi hiçbir şeye saygı kalmadı. Bak evlere bile saygı yok bu şehirde! Herkes akşam olduğu hâlde perdelerini örtmemiş bütün evlerin içi görünüyor ama kimse utanmıyor. Biz daha hava kararmaya başlamadan kalın perdelerimizi çeker ondan sonra evin ışıklarını yakardık. Hattâ perde kapalıyken üzerimizi değiştirmeye edep eder; ışığı söndürür yere çömelir öyle üzerimizi değiştirirdik. Gölgemizin bile dışarıdan görünebileceğini düşününce yüzümüz kızarırdı.&quot;<br /><br />Bu sırada gelini oturduğu yerden kalktı utangaç bir edâ ile salonun perdelerini çekti.<br /><br />&quot;-«Evin edebi önce perdesinin çekilip çekilmediğinden belli olur.» derdi büyüklerimiz... <br /><br />Evler iri duvarlarla çevrilmiş avluların içinde olduğu hâlde hiç kimse iç çamaşırlarını ulu orta asmazdı ev ahâlisinden bile edep ederlerdi. Ben daha küçükken giydiğim şalvarı en ön ipe asmışım derhal anam gelip; «Kız baban bugün avluya çıktı senin şalvarın asılı idi utancımdan yerin dibine girdim. Bir daha öyle ortaya asma çamaşırların en arkasındaki ipe as!.. Üstüne uzun bir tülbent ört sonra mandalla... Altında ne olduğu görünmesin!.. İffetimiz edebimiz bir giderse ortada îmanımız kalmaz!..» dedi. Tabiî ben 12 yaşlarındaydımannem bunları bana söylerken ben yerin dibine girdim. Şimdi öyle mi? Geçende bir soluk alayım diye balkona çıktım karşı komşu bütün çamaşırları asmış uluorta ben utancımdan derhal içeri girdim.<br /><br />Bugün yemekler dışarıda yeniyor «göz hakkı» oluyor kimse umursamıyor. Çarşı pazardan alınanlar şeffaf poşetlerde eve geliyor; saha varalamayan var. Göz hakkı kıskançlık oluyor bu yenenlerde... Hiç şifâ olur mu yavrum? Bizim Peygamberimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem«Yemeğinizin kokusu ile komşunuza eza etmeyiniz.» buyuruyor. Bugün kokuyla gösterişle çevredekilere hep ezâ veriliyor. Tabiî ki yenilenler içinize sıkıntı veriyor. Sonra da «depresyon» diye diye doktorlara gidiliyor.<br /><br />Evin bir edebi daha vardır ki en önemlisi de budur herhalde... Evin içinde yaşananlar aslâ dışarıda anlatılmaz; yenenler içilenlermuhabbetleşmeler kavgalar... Bu da evin iffetinden sayılır ve hiç kimseye anlatılmazdı. Bu yüzden problemler ev içinde kolaylıkla çözülürdü. Zaten Peygamberimiz de özellikle karı-koca arasında olanların etrafa yayılmasının ne büyük bir günah olduğunu hep hadislerinde anlatıyor değil mi Leylâcım!..&quot; dedi gelinine... Leylâ utangaç bir şekilde: <br />&quot;-Evet anneciğim.&quot; diyebildi.<br /><br />Torunu: <br /><br />&quot;-Babaanneciğim şimdi facebook diye bir şey var; insanlar gittikleri lokantalarda yedileri şeylerin fotoğrafını çekip binlerce kişiye gösteriyorlar!..&quot; <br /><br />&quot;-Aayy ne ayıp... İnsan hiç yediğini söyler mi?&quot; <br /><br />&quot;-Âh anneciğim her hâllerinin fotoğrafları var. Gezdikleri yerlerin yedikleri yiyecek-içeceklerin aldıkları eşyâ ve kıyâfetlerin hattâ beylerinin aldığı çiçekleri üzerinde yazdıkları notlarla paylaşıyor insanlar...&quot; <br /><br />&quot;-Yavruuum sen neler diyorsun? Kıyamet koptu kopacak desene... Evler çırılçıplak kaldı desene...&quot; dedi gözyaşları içinde anlatmaya devam etti:<br /><br />&quot;-Biz beylerimizle yan yana yürümeye ar edinirdik; dul kalanlar var evlenemeyenler var. Onların gönül yaralarına tuz basmayalım diyebeylerimizin bir adım gerisinden yürürdük... Şimdi kavgalar ortada sevmeler ortada... Tabiî ki hiç mahremiyet kalmayınca samimiyet de kalmıyor. Evin bereketi büyüklere saygıdadır. Evin iffeti örtülen perdedir. Sevginin iffeti gizliliktedir. Gözün iffeti göz kapaklarındadır. Bedenin iffeti tesettürdedir. Utanma hayâ îmandan bir şûbedir. Bakın size benim annemin anlattığı bir hikâyeyi anlatayım. Hikâye dedimse adı hikâye... Aslında bir hadîs hadîs-i kudsî hem de... Yani mânâsını Allâh'ın Peygamber Efendimize havadis, bilgi, salık verdiği sözlerini ise Peygamberimizin kendi sözleriyle anlatım ettiği bir hadis... <br /><br />Bu hadîs-i kudsîye göre:<br />&quot;Allah Teâlâ Âdem aleyhisselâm'ı yarattığı zaman Cebrâil aleyhisselâm ona üç armağan getirdi: İlim hayâ akıl. Ona dedi ki: «Ya Âdem!.. Bunlardan dilediğini seç!..» <br />Âdem aleyhisselâm aklı tercih etti. Cibrîl aleyhisselâm hayâ ve ilme makamlarına dönmelerini emretti. Hayâ ve bilim dediler ki:<br /><br />&quot;-Biz âlem-i ervâhta (ruhlar âleminde) hep birlikte idik. Birbirimizden aslâ ayrılmayız. Ruhlar cesetlere girdikten sonra da aynı şekildedir. Ve akıl nerede olursa biz ona tâbî oluruz.<br />Cibrîl aleyhisselâm da öyle ise yerlerinize yerleşin!..&quot; diye emretmekle akıl dimağda bilim kalpte hayâ da gözde yerleşti.&quot;<br />İşte bu hadîs-i kudsîde de anlatıldığı gibi hayânın makamı gözdür. Bu yüzden hem gözümüzü korumak önemlidir hem de göze hitâp eden şeyleri denetim altında tutmak...&quot;<br /><br />Gelini: <br />&quot;-Haklısın anneciğim biz iffetimizi kaybettikçe buhranlarımız arttı.&quot; dedi. <br /><br />Torunu kaşığı sessizce bırakıp: <br />&quot;-Ben babam gelince yemeğe başlayacağım anneciğim!&quot; dedi.<br />Babaanne de söylediklerinin evlatları üzerindeki tesirini görünce sessiz bir şekilde Allâh'a hamd etti.