Korku[+18] Lanetli Hazine Korku Hi, " /> Korku[+18] Lanetli Hazine Korku Hi Kısa Hikayeler" /> <span style="background-color: red;border: 1px solid #3F72BF;border-radius: 3px 3px 3px 3px;color: #FFFFFF;font-weight: bold;padding:0px 4px;text-shadow: 0 -1px 0 rgba(0, 0, 0, 02);text-transform: uppercase;">Korku[+18]</span> Lanetli Hazine Korku Hi [Arşiv] - Gelsene - Forum Platformu

PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Korku[+18] Lanetli Hazine Korku Hi


RenkLi
09.Haziran.2019, 00:22
<div id="post_message_5138212"><blockquote class="postcontent restore ">Bahçeyi sulamam yeni bitti. Arklardan az su geldiğini kaç kez muhtara bildirmeme rağmen yine suyun yarısından fazlasını çalıyorlar. Eve kendimi attığımda eşimin, kirlenmiş olan üstümü çıkarmam için haykırırcasına bağırması sanki bana ninni gibi geliyordu. Yinede zorla da olsa üstümü çıkarıp, sobadan kaynamış bir kova su alıp duş almıştım.<br />İki çocuğum da sobaya en yakın koltuğa oturmuş beni bekliyorlardı. Usulca yanlarına oturdum. Baba olmak cidden zordu. Bütün yorgunluğumu unutup mum ışığında hikayeler anlatıyordum. Mehmet’in bana sıkı sıkı sarılarak uyuması bena anlatılamaz bir sevinç veriyordu.<br />Güneş dağı geçmeden uyanmıştım. Bir çok işim vardı. İneklere yem verilecek, ahır temizlenecek, maşala ekilecek vb. işler beni şimdiden düşündürmeye başlamıştı.<br />Eşim Serap kalkıp kahvaltıyı hazırlamıştı bile. Çocuklar halen uyumaya devam ediyorlardı. Eşimle sohbet ede ede kahvaltımızı yapmıştık. Dışarı çıkıp çarıklarımı giymeye başlamıştım. Arkamda bir soluk hissedince hiddetle arkamı döndüm. Tanımadığım yüz olsa belki yumruğu yemişti. Neyseki adaşım Alper’di bu. Amcamın oğlu Alperle bahçelerimiz yan yanaydı. Beraber 25 yıl geçirmiştik.<br />Alper çok sevinçli bir şekilde “Adaş varlıklı olduk.” deyip bana sıkıca sarıldı. Ona kızmama rağmen halen gülümsemeye devam ediyordu. Sözlerimi kulak ardı edip ” bırak şimdi onu bunu sana anlatacak şeylerim var. Dün gece dedemizden kalan bir name buldum. Mektupta bir bahçeden bahsediyor. Bize hiç söylemediği bir bahçesi varmış. Kümbet de yüz dekar bir bahçe almış. Name yarıdan yırtıldığı için devamını bilmiyorum. Ama orası bizim hakkımızdır. Dedemin tek torunları biziz bugün oraya gitmemiz lazım.”<br />Cidden şaşkındım. Babalarımızın sebep haberi yoktu? Sebep dedem hiç böyle bir bahçeden bahsetmemişti? derken Alper beni tutup zorla götürmeye başlamıştı. Ona laf anlatmak zordu. Ama bende görmek istiyordum.<br />Dolmuş günde 3 yada 4 kez geçerdi. Şanslıydık ki dolmuşa yetişmiştik. Arabanın toprak yolda ilerlemesine karşılık içim o kadar da rahat değildi. Bir türlü mana veremiyordum. Derken yarım saatlik bir yolun ardından varmıştık. Köye adım attığımızda kimsenin olmaması beni bir hayli şaşırtmıştı. Dedemin tanım ettiği bahçeye gelmiştik. Komşu bahçede, yaşlı bir amca ağaçları buduyordu. Önce onun yanına uğramak daha mantıklı olacaktı.<br />Kavga edercesine ağaçları budayan amca bizi görünce biraz şaşkın, biraz sinirli bir yüz ifadesi ile bakıyordu. Yanına yaklaştığımızda “bir şeyler mi arıyorsunuz ?” Diye sordu. Çok ters bir adam olduğunu anlamak zor değildi. Lakin biz nazik bir dille “hayır dedemden kalan bahçemize bakmaya geldik.” dedik. “Sizin dedeniz Kara Osman mı?” dedi. Biz onaylanınca bizi evine çağrı etti.<br />Çaylarımızı içerken o da bize eskiden burada çok insanın oturduğunu sonra dedemin bahçesinde sekiz küp altın bulduğunu anlatıyordu. Sonra dedem altının yarısını dağıtmış yarısıylada bahçesini büyütüp Merkezde bir adet daha bahçe almış. Sonra altını alanların neredeyse hepsi bir zamandan sonra aileleriyle beraber kaybolmuşlar. Tek kendisi kalmış. Köyünüde terkedememiş.<br />Çay için teşekkür ettik ve bahçemize doğru yürümeye başladık. Yıllar birkaç ağacı kurutmuştu ama yinede çoğu ağaç ücra sağlamdı. Evi görmüştüm. İki katlı kerpiç bir evdi. Ama okadar eski ve ürkütücüydü ki oradan kaçmamak için kendimi zor tutuyordum.<br />Alper yavaşça kapıyı açtı. Evin tahta kenarını böcekler yemiş çürütmüştü. Duvarlardaki ak boya siyaha çalmaya başlamıştı. Evin terk edilmiş bir havası vardı. Mobilyalar tozlu ama yeni gibiydi. Üst kata çıkarken merdivenler gürültülü şekilde gıcırdıyordu.Üst katta alt kattan farksızdı. Yalnız banyonun duvarına boydan boya yazılmış yazıyı görünce hayrete düşmüştüm. Kanla, duvara GERİ DÖNÜN yazıyordu. Okuduktan derhal sonra alt kattan çığlıklar yükseldi. Bu Alper’di.<font color="Silver"><br /><br />---- Mesajlar Birleştirildi ----<br /><br /></font>Merdivenlerden inerken düşmemek için kendimi zor durdurdum. Alt kata indiğimde Alper donup kalmıştı. Koltuğun üzerine konmuş bir kargada gözleri takılı kalmıştı. Alper**™i omuzlarından tutup sallamaya başladım. Ona kaygılı bir şekilde bağırıyordum.<br />Bağırışlarımdan bir süre sonra yüzünü bana çevirdi. Gözlerinden usul usul yaşlar dökülüyordu. **œAlper kendine gel** diyerek daha katı salladım. Alıp koltuğa oturttum. Hüngür hüngür ağlıyordu. Artık konuşmaya başlamıştı **œAlper seni gördüm** dedi. Ben şaşırmıştım. Ne görmüştü ki bu kadar ağlamıştı.<br />Titreyen sesine aldırmadan konuşmaya devam etti. **œSeni gördüm Alper. Odanın her tarafındaydın. Her yer senin kanına bürünmüştü. Evet, sesin kanın olduğunu biliyordum. Ağzıma kadar, oda senin kanınla doluydu. Etrafımda kahkahalar atıyordun bana. Tepemde akbabalar geziyordu. Sonra, sonra etimin bedenimden ayrılmasını izledim.**<br />O**™nu alıp evden çıkmak için hazırlandım. Alper**™in durumundan dolayı koltukta duran kargayı bir daha görmemiştim. Sanki Alper kafasını çevirince yok olmuştu.<br />Birlikte seri adımlarla bahçeyi terk ediyorduk. Sabah gördüğümüz amca şimdi yerinde görünmüyordu. Testereyi ağacın altında bırakmıştı ama kendisini görememiştim.<br />Akşam dolmuşuna yetişmiştik. Alper**™in gözyaşları durmuştu. Şimdi daha iyiydi. Sallanarak giden dolmuş sanki beynimide sallıyordu.<br />Evimize gelmiştik. Eşim balkonda oturmuş yolu izliyordu. Beni görünce endişeli bir tavırla yüzüme baktı. Alper**™ le beraber balkona girmiştik. Serap halen şaşkın şaşkın yüzüme bakıyordu. Serap **œsen art bahçede maşala ekiyordun ne vakit Alper**™in yanına gittin ?** diye sordu. Ben şaşkındım. Ne zamandan beri maşala ekiyorum diye sordum. Bana ** sabah kahvaltıdan sonra maşala ekmeye gittin. Her yanına geldiğimde ekmeye devam ediyordun.** dedi. Sadece bana **œbu maşala çok verimli olacak **œdiyordun.<br />Koşa koşa art bahçeye indim. Toprak cidden ekilmişti. Ne yapacağımı bilemeyip toprağı kazmaya başladım. Toprağı ellerimle kazıyordum. Toprağın içinden altın sikkeler çıkmaya başladı. Toprakla beraber altınlarda topraktan fışkırıyordu. Hayretler içindeydim. Alper bir anda başucumda belirdi. İdamı bekleyen bir mahkum gibi gözlerime bakıyordu. Fısıltı şeklinde bana **œonlara dokunma** diyordu. Alper**™in gözlerinin içindeki ümitsizlik ve korku beni bir adım geriye çekti. Kolundan tutup medivenlere oturttum. Gözlerinden akan yaşlar eşliğinde konuşuyordu. **œO altınlar bildiğin gibi değil Alper. O evde başka şeylerde gördüm. Altınlar şekil değiştiriyorlar. Bu altınlar senin kanına bürünüyorlardı. Bu altınlar sensin Alper.**<br />Alper**™in bu konuşmasından sonra Alper**™i yatağa yatırıp evden ayrıldım. İlk bahçeye uğradım. Etrafta altın yoktu. Sadece sikke büyüklüğünde taşlar vardı. Lakin bir adet sikke gözüme çarptı. O sebep yok olmamıştı. Korkarak da olsa onu elime aldım. Elime değdiği anda bütün vücudumda titreme hissetmiştim. Ama bir şey olmamıştı. Altını cebime koyup çarşıya doğru yöneldim.<br />Çarşıda yeni tanıştığım bir arkadaşım vardı. Kendisi İstanbul**™dan yeni buraya taşınmıştı. Gerçekten bilgili bir kuyumcuydu. Herkes ona Altın Salih derdi.<br />Salih**™in iş yerinin önüne gelmiştim. Salih içeride bir arkadaşıyla beraber kahvelerini yudumluyordu. İçeri adım attığımda yüzüme gülümseyerek baktı.** Hoş geldin Alper buyur bir kahvemizi iç**dedi. Ben ivecen bir tavırla teklifini reddettim. Özel bir sorun olduğunu konuşmamız gerektiğini söyledim. Biraz şaşkın tavırla arkadaşından müsade isteyip eliyle odasını gösterdi.<br />Odaya girdiğimizde cebimden sikkeyi çıkardım. Bunu gören Salih**™in gözleri faltaşı gibi açılmıştı.** Bunu nereden buldun?**diyerek haykırdı. Sadece altınla ilgili bilgi vermesini istedim. Gözlüğünü takan Salih altını incelemeye başlamıştı. Bunun eski Mısır döneminden kalma çok değerli saf altın olduğunu söyledi. Bu diğer altınlardan daha saf ve daha değerli olduğunu iddia ediyordu. İşi bitince gözlüğünü çıkarıp bunun için ne istediğimi sordu. Ben önemsemez bir tavırla **œsenin olsun.**dedim. Buna hayretler içinde kalan Salihle konuşamadan odadan ayrılıp dükkândan çıkmıştım. Hızlı adımlarla yürüyordum. Kahvenin önüne yaklaştığım sırada bir yaygara koptu. Kahvedeki insanlar kuyumcunun önünde toplanmıştı. Bende yavaş adımlarla o yöne doğru yönelmiştim. İnsanları yararak kapıdan içeri girmeye çalışıyordum. İçeri girdiğimde Salih**™in yüzü bembeyaz bir şekilde yerde yatıyordu. Kolunda iri bir yılan ısırığı izi vardı.<br />Artık eve koşarak gitmeye başlamıştım. Sokaktan geçen insanların bakışları umrumda bile değildi. Kendimi suçlu hissediyordum. Havanın kararmasına yakın eve varmıştım. Eve girdiğim anda Serap kolumdan tutup beni çekti.<br />**œBu olanlar nedir Alper**diyerek lafa başlamıştı. Söyleyecek söz bulamayınca sadece** yarın daha güzel bir gün olacak** diyebilmiştim. Biraz sessizliğin ardından Alper**™in durumunu sordum. Alper biraz uyduktan sonra evine gitmiş. Bende artık dinlenmem gerektiğini düşünüyordum. Yavaş bir şekilde yatağıma uzandım uyumak için uğraşıyordum.<br />Odaya ani dedem girdi. Üzerinde simsiyah bir kefen vardı. Elinde yılandan bir baston ile kapıda duruyordu. Yataktan çıkmak istememe rağmen devinim edemiyordum. Dedem üzerime bir kitap fırlattı. Üzerime düşen kitap yavaş yavaş eriyip bedenime yapışıyordu. Bütün bedenim kitap ile kaplanmıştı. Soluk bile alamıyordum.<br />Birden gözlerimi açtım. Eşim başımın ucunda korkulu bir şekilde bana bakıyordu. **œBir şeyin mi var? ** diye sorunca halen zor soluk aldığımı yüzümün yandığını hissediyordum. Yataktan kalkıp kendimi dışarı zor atmıştım. Artık bu işi çözmem gerekliydi. Yola çıkıp ilk gelen dolmuşa binmiştim. Biraz zamandan sonra o bahçeye ulaşmıştım. Bütün sırlarıyla orada duruyordu.<br />Yavaş adımlarla bahçeye girdim. Şuan bahçe bana kilometrelerce yol gibi geliyordu. Yaşlı amca ortalıklarda yoktu. Neyse önemli değildi. O korkuları süsleyen ev tamda karşımdaydı. Kapkara rengi, kırılmış pencereleri, çatısı uçmuş bir harabeydi. İçimdeki korkuyu öldürerek içeri adım attım. Ardından kapı hızlı bir şekilde kapanmıştı. İçeride şöminenin başında yaşlı amca oturuyordu. Alaz alaz yanan ateşi izliyordu. Yavaş adımlarla ona doğru yaklaşıyordum. Ayak seslerim ortamın sessizliğini bozuyordu.<br />Amca yüzünü yavaşça bana döndürdü ve ardından ** oğlum sen mi geldin? Bende seni bekliyordum. Dedenin senin için bıraktığı şey bende, sana vermek için bekliyordum** dedi. Sonra kucağında duran kitabı bana uzattı. Ardından **œbenim görevim sona erdi** diyerek kınındaki bıçağı çıkarıp boğazını kesti. Yaşadıklarımdan sonra bu bile benim için bir mana bahşetmiyordu. Etrafa akan kanı önemsemeden koltuğa oturup kitabı açıp okumaya başladım. Kitap Arapçadan bizim anlayacağımız bir dile çevrilmişti.<br />Kitapta anlatılanlara göre; **œYavuz Sultan Selim Mısır**™ı fethetmek için yola çıkmıştı. Uzun bir savaştan sonra Memluk Devleti fethedilmişti. Ama teslim olmayı reddeden Memluk hükümdarı Tumanbay Mısır**™ın işgal edilmemesi için dağlarda gerilla tipi savaşa devam ediyordu. Savaş git gide uzuyordu. Savaşı kazanamayacağını anlayan Tumanbay artık başka çareler düşünmeye başlamıştı. En yakın komutanı yakın bir köyde eski bir Mısır rahibi olduğunu savunuyordu. Tumambay ona ruhsat verince bir gün içinde kadını Tumanbay**™ın huzuruna getirmişti. Yaşlı kadın kendilerinden ne istediklerini sorunca Tumanbay Mısır**™ın bütün hazinesini lanetlemek isteğini dile getirmiş. Yalnız yaşlı rahip** ancak birazı lanetlenebilir hepsi benim gücümü aşar** deyince Tumanbay Mısır**™ın en değerli hazinesi olan eski Mısır hükümdarlarından kalan bir sandık sikke getirir. Kadın ayin için yedi adet mum bir köpek kafası ve bir kova insan kanı ister. Bunun ardından kadının istediği malzemeler getirilir. Kadın ayine başlar. Eski Mısır diliyle dualar okumaya başlar. Bu arada kan dolu kabın üstüne köpek kafasını yerleştirir. Ve daha sesli bir şekilde dua okumaya devam eder. Kaptaki kan kaynamaya başlar. Kan fokurdadıkça köpek kafasının gözleri açılır. Ardından kan yükselmeye başlar. Kan iki buçuk metreyi aşıp şekillenmeye devam ardından bir yaratık ortaya çıkar. Kadın önünde eğilip **œYüce Seth kötülüğün Tanrısı kötülüğünle bu altınları kutsa kötülüğünü bu altınların üzerine kus** dedikten sonra yaratık altınların yanına yaklaşır ve şekillenmiş vücudu yine kan olup altınların üzerine boşanır. Aradan çok geçmeden Yavuz Sultan Selim Mısır**™ı fetheder. Tumanbay ilk kellesi alınan kişi olur. Mısır**™ı feth eden Sultan Selim**™e armağan olarak bu altınlar ilk olarak verilir. Altınların değerini bilen Sultan Selim onu başarı hediyesi olarak hazinesinin en güzel yerine koyar ve asla ondan alış veriş yapmaz. Zamanla hiçbir savaş kazanamayan Selim bu altınların lanetli olduğunu anlayıp veziri Piri Mehmet Çelebi**™ye altınları devletin bilinmeyecek bir yerine defnetmesini söyler. Ve kısa vakit sonra Yavuz Sultan Selim vefat eder.**<br />Bunu yazan Piri Mehmet Çelebi**™nin kendisiydi. Sonunda da bir name vardı bu dedemdendi. İçinde böyle bir sandık altın bulduğunu onu insanlara dağıttığını o altınla bahçesini büyüttüğünü yazıyordu. En son ise çabuk bir yazıyla** bunu okuyorsan SAKIN GÖZÜNÜ KİTAPTAN ÇEVİRME diyordu.<br />Bunu okuyunca yavaş yavaş kitabı indirmeye başladım. Etrafımda yakıcı bir sıcaklık vardı. Kitabı indirdiğimde her yer alevler içindeydi cehennemin ortasındaydım. Önümde altından bir tahtta bahsettiği yaratık oturuyordu. Etim tutuşmaya başladığında etraftan **œcehennemime hoş geldin** diye sesler yükseliyordu.